14 Eylül 2012 Cuma

Bir imza Sende Ver !!!

Sokak hayvanlarını korumak bizim insanlık görevimizdir.Kampanya'ya destek olmak için linke tıklayıp imzalayın:


http://www.sessizkalmasucaortakolma.com/dilekce/dilekce_detay.asp?id=1311

Yine erkekler !!



Nedir erkeklerin bu "kullanılmamış", "0 km" kadın istemelerinin altında yatan iğrenç ve samimiyetsiz sebep ?! Bir kadın sever, ama sevdi mi sonsuz sever... Her erkek için söylemiyorum tabi ama çoğu erkek neden kadınlar gibi sevemiyor? Neden hep art niyetli oluyorlar? Neden biz saf gibi art niyetsiz, koşulsuz sevebiliyoruz, size güveniyoruz, inanıyoruz da siz art niyetsiz sevemiyorsunuz? Neden?! Biz sizi "kullanılmış" da kabul ediyoruz. Çünkü bizim için önemli olan aşk, sevgi... Sizin için neden aşktan önce "kullanılmamışlık" geliyor?! Neden?! Biz buna ne kadar kırılıyoruz, inciniyoruz biliyor musunuz?

Nedir erkeklerin bu "kullanılmamış", "0 km" kadın istemelerinin altında yatan iğrenç ve samimiyetsiz sebep ?! Bir kadın sever, ama sevdi mi sonsuz sever... Her erkek için söylemiyorum tabi ama çoğu erkek neden kadınlar gibi sevemiyor? Neden
 hep art niyetli oluyorlar? Neden biz saf gibi art niyetsiz, koşulsuz sevebiliyoruz, size güveniyoruz, inanıyoruz da siz art niyetsiz sevemiyorsunuz? Neden?! Biz sizi "kullanılmış" da kabul ediyoruz. Çünkü bizim için önemli olan aşk, sevgi... Sizin için neden aşktan önce "kullanılmamışlık" geliyor?! Neden?! Biz buna ne kadar kırılıyoruz, inciniyoruz biliyor musunuz?

Erkek Zihniyeti

Erkekler Ağustosta 16 Kadın Öldürdü, 18 Kadına Tecavüz Etti !!!

SUaVİ TÜkenME ♥


Benim Şehrim


Her Çocuk Ayrı Bir Dünya


10 Eylül 2012 Pazartesi

yalnızlığım

Rutubet kokulu duvarlardan bana kalan; bir amansız üşümedir şimdi yalnızlığım...

Deniz Anlatıyor mu Beni Sana

gel be Sevdiğim, zamanın hoyratlığında, an be an yaşayayım senihiçbir şairin tasvirine yetmesin gücü ve yakalayalım hayal ötesini...




pişmanlık


Gökkuşağı

Kötü bir şeyler olduğunda, hemen umutsuzluğa düşmeyin, mutlaka bir köşe başında bir gökkuşağı size gülümsüyor olacaktır...

YETİMİYET

Tarsus Halk Gazetesinde  Yayınlanan Köşe Yazım

YETİMİYET


- Ölürüm de vermem. Onları benden alamazsınız. Dokuz ay karnımda taşıdım onları ben. Yemedim onlara yedirdim. Giymedim giydirdim. Canımı almadan a
lamazsınız onları!
- Kim bakacak kadın söylesene! Kim bakacak onlara öyleyse?
- Ben, ben bakacağım!

Belki çoğunuz şahit olmadınız bu söylenenlere ya da söylenenlerin benzerlerine. Belki sadece filmlerde rastladınız ve yalnızca bir filmin acıklı sahneleri olarak kaldı belleklerinizde. Belki hiçbirinizin içini tırmalamadı… Sonbahar yapraklarını toplamak için toprağın bağrını deşen tırmık gibi deşmedi bağrınızı. İçinizi kanatmadı, içinizde bir yerlere takılıp dürtülerinizi harekete geçirip sizleri ağlatmadı.

Ama her gün oluyor; her gün yetimhaneler ya da yetimhane yürekli annelerin gözlerine doluyor, dolmaya devam ediyor. Her gün oyuncaklarından vazgeçen çocuklar çoğalıyor. Her gün koşuyorlar geride kalan oyunlardan tamirhanelere. Her gün buna göz yuman akrabalar da çoğalıyor.

Kan denen bağın o sahte düğümleri çözülüyor; bir çocuk babasız kalıyorsa.
Bir saç artık uyurken okşanmamaya görsün, teker teker çözülüyor akrabalık denen o bağ, o kan bağı. Yetim olmak ve yetimliğin üstüne akraba dediklerinden de bir yetimlik yükü almak; çözüyor kıyılara sıkı sıkıya tutan bağları. Kaybediyor uçsuz bucaksız hayatın bağrında.

Bir deli adam vardı. Akrabalar akbabadır derdi. Ölünce yahut da öldüğüne inandığında çökerlermiş, cesedin yahut onlara göre leşin başına. Kalanı da ceset cansızken tırtıklar tüketirlermiş.

Hak vermemek elde değil! Ve hak verince de tenzihi ve istisnayı bilen okurun vicdanına da sığınıyoruz.

Bugün ve geçmişin, akrabalar tarafından hayatları zorlaştırılmış ve hatta hayatları ellerinden alınmış, bu ülke fertlerinin, çoğunluğu görmezden gelinmeyecek kadar çoktur.
Kan bağıdır, baba yarısıdır, anne tamamıdır diyerek bu akraba takımına kaptırılan haklar ve bilhassa emekler azımsanmayacak kadar çoktur.

Bu ülke insanı akrabandan borç alma, akrabanla iş yapma gibi deyimleri türetmiştir bir bakıma. Ki bunda da haklıdır. Velhasıl yazımızın özünü anlamış olanların çoğunluğunu hissetmekte ve akraba konusundaki tecrübelerimizle de kestirebilmekteyiz. Akraba terörü bile diyebileceğimiz boyutlara varmış olan, akraba denen kene çeşidinin, insanlara zararı maalesef büyüktür ve günden güne de bu kan bağı kullanılarak ülkemizde hanelere ciddi zararlar verilmektedir.

Sözlerimizi bir zamanlar sarı saçlı küçük bir kız çocuğu olan bir arkadaşımızın; “babam, ben küçükken hayatını kaybetti. Akrabalarımda bana hayatımı kaybettirdi” cümlesiyle, sitemin o ağır cümlesiyle sonlandıralım.
Ve dikkat edip, o bir deli adamın dediği gibi akrabaların gizli birer akbaba olduğunu da unutmayalım.



Katkılarından Dolayı Değerli Kalemdaşım İbrahim Sarp Baysu'ya teşekkürlerimle...

Melike Melis Öneş




Tarsus Halk Gazetesinde  Yaymlanan Köşe Yazım


YETİMİYET
- Ölürüm de vermem. Onları benden alamazsınız. Dokuz ay karnımda taşıdım onları ben. Yemedim onlara yedirdim. Giymedim giydirdim. Canımı almadan a
lamazsınız onları!
- Kim bakacak kadın söylesene! Kim bakacak onlara öyleyse?
- Ben, ben bakacağım!

Belki çoğunuz şahit olmadınız bu söylenenlere ya da söylenenlerin benzerlerine. Belki sadece filmlerde rastladınız ve yalnızca bir filmin acıklı sahneleri olarak kaldı belleklerinizde. Belki hiçbirinizin içini tırmalamadı… Sonbahar yapraklarını toplamak için toprağın bağrını deşen tırmık gibi deşmedi bağrınızı. İçinizi kanatmadı, içinizde bir yerlere takılıp dürtülerinizi harekete geçirip sizleri ağlatmadı.

Ama her gün oluyor; her gün yetimhaneler ya da yetimhane yürekli annelerin gözlerine doluyor, dolmaya devam ediyor. Her gün oyuncaklarından vazgeçen çocuklar çoğalıyor. Her gün koşuyorlar geride kalan oyunlardan tamirhanelere. Her gün buna göz yuman akrabalar da çoğalıyor.

Kan denen bağın o sahte düğümleri çözülüyor; bir çocuk babasız kalıyorsa.
Bir saç artık uyurken okşanmamaya görsün, teker teker çözülüyor akrabalık denen o bağ, o kan bağı. Yetim olmak ve yetimliğin üstüne akraba dediklerinden de bir yetimlik yükü almak; çözüyor kıyılara sıkı sıkıya tutan bağları. Kaybediyor uçsuz bucaksız hayatın bağrında.

Bir deli adam vardı. Akrabalar akbabadır derdi. Ölünce yahut da öldüğüne inandığında çökerlermiş, cesedin yahut onlara göre leşin başına. Kalanı da ceset cansızken tırtıklar tüketirlermiş.

Hak vermemek elde değil! Ve hak verince de tenzihi ve istisnayı bilen okurun vicdanına da sığınıyoruz.

Bugün ve geçmişin, akrabalar tarafından hayatları zorlaştırılmış ve hatta hayatları ellerinden alınmış, bu ülke fertlerinin, çoğunluğu görmezden gelinmeyecek kadar çoktur.
Kan bağıdır, baba yarısıdır, anne tamamıdır diyerek bu akraba takımına kaptırılan haklar ve bilhassa emekler azımsanmayacak kadar çoktur.

Bu ülke insanı akrabandan borç alma, akrabanla iş yapma gibi deyimleri türetmiştir bir bakıma. Ki bunda da haklıdır. Velhasıl yazımızın özünü anlamış olanların çoğunluğunu hissetmekte ve akraba konusundaki tecrübelerimizle de kestirebilmekteyiz. Akraba terörü bile diyebileceğimiz boyutlara varmış olan, akraba denen kene çeşidinin, insanlara zararı maalesef büyüktür ve günden güne de bu kan bağı kullanılarak ülkemizde hanelere ciddi zararlar verilmektedir.

Sözlerimizi bir zamanlar sarı saçlı küçük bir kız çocuğu olan bir arkadaşımızın; “babam, ben küçükken hayatını kaybetti. Akrabalarımda bana hayatımı kaybettirdi” cümlesiyle, sitemin o ağır cümlesiyle sonlandıralım.
Ve dikkat edip, o bir deli adamın dediği gibi akrabaların gizli birer akbaba olduğunu da unutmayalım.



Katkılarından Dolayı Değerli Kalemdaşım İbrahim Sarp Baysu'ya teşekkürlerimle...

Melike Melis Öneş
 

5 Eylül 2012 Çarşamba

gökyüzü

minicik bir çocuktum, 

gökyüzüne aşık 

büyüdükçe;

gökyüzü gözlerim oldu...

iyiki yoksun !!!

yokluğunda döktürdüğün gözyaşları kadar varlığında döktüreceksen yakamozları gözlerimden
iyi ki yoksun, İyi ki bir daha olmayacaksın...

Gözlerin

gözlerini unuttuğum gibi; içimdeki senden kalan acıları da arkamı döner dönmez unutabilmek isterdim... 

3 Eylül 2012 Pazartesi

“Hem okudum, hem de yazdım..”


MERHABA! 



“Hem okudum, hem de yazdım..” diye başlayan hepinizce bilinen Çorum iline ait anonim türküde de bahsedildiği üzere yazmak benim için her zaman bir yaşam biçim
i olmuştur.

Bu güne kadar değişik haber portallarında yüzlerce köşe yazımın yanı sıra bir o kadar da şiirimin yayımlanması bunun en bariz göstergesidir.

Bundan sonra yeni makalelerimi siz değerli Tarsus Halk Gazetesi okurları için hazırlayacağım. İnşallah uzun soluklu bir beraberlik yaşarız.

Yazmayı tutku derecesinde seviyorum, tabi kitap okumayı da.

Ancak Türkiye'de kitap okuma oranını diğer ülkelerle karşılaştırdığımda üzülmeden edemiyorum.

Nasıl üzülmeyeyim ki?

İstatistiklere göre bir Japon yılda on iki kitap okurken, buna karşılık altı Türk yılda sadece bir kitap okuyormuş.

Korsan olarak basılan kitapların satışını bu verilere eklersek iyimser bir tahminle dört kişiye bir kitap düşüyor diyebiliriz.

Aslında buna pek de şaşırmamak gerekir.

Dikkat edin bakın, insanlarımıza “Boş zamanlarınızda neler yaparsınız!” şeklinde bir soru yöneltildiğinde klişeleşmiş iki cevap hazırdır;

“Müzik dinlerim, kitap okurum..”

Ee büyük çoğunluğu kitap okumayı boş bir uğraş olarak gören ülkemizde doğal olarak yukarıdaki istatistik kaçınılmaz olur.

Osmanlı döneminde “Kıraathane”ler vardı. Gerçi her ne kadar sözlüklerde Kıraat'ın anlamı namazın farz olan beş rükunundan birisi olarak geçiyorsa da, o zamanlar insanların gün boyu türlü konuları tartıştıkları, kitaplar okudukları bir nevi kütüphaneydi. Aradan geçen uzun yıllardan sonra buralar çay içilirken boş işlerle uğraşan insanların dedikodu yaptıkları mekanlar olan “Kahvehaneler”e dönüştü.

Bazen, en büyük sorunu yanlış ve eksikliklerin başı çektiği eğitim anlayışından kaynaklanan ülkemiz insanının uzun süren bir işten hemen sıkılan yapısı gereği bir şeyin sonucunu derhal almak istemesi nedeniyle acaba kitap okumak tez canlı insanların işi değil midir diye düşünmeden de edemiyorum doğrusu.

Oysa ki 2. Dünya Savaşı’nda Leningrad Alman topçu ateşi altında iken, üstelik kentte elektrik ve ısıtma gibi temel iki ihtiyaç yokken Rus halkının o soğukta paltolarına sarılarak gaz lambaları ışığında kütüphanelerde kitap okuduklarını biliyoruz.

Şayet batılı ülkelere yolunuz düşerse orada dikkatinizi çekecek en önemli yapıtların gerek mimari ve estetik, gerekse içerisindeki yazılı ve basılı eser zenginliği açısından kütüphaneler olduğunu görürsünüz.

Günümüzde teknolojiye kendimizi o kadar kaptırdık ki, merak ettiğimiz herhangi bir konuyu kitaplardan değil de sadece internetten araştırır olduk. Kitapların sarı sayfalarının kendine has o kokusunu içimize çeke çeke, satırların tadına vara vara okumanın zevkini başka ne verebilir ki.

Kitap okumak aileden gelen kültürün ölçüsüdür. Ailede kitap okuyan varsa bunun devamı gelecek kuşaklara kadar gider. Aksi olursa yukarıda da belirttiğim gibi yılda altı kişiye bir kitap düşer.

Nacizane şahsi görüşüme göre okumuyor olmamızın en büyük sebebi ne kitapların pahalı olması, ne televizyon, ne de internete mağlup olmamız.

Bunun cevabı Epiktetos'un şu anlamlı sözünde saklı;

"Bir insana bildiğini zannettiği şeyi öğretemezsiniz..”

Hepimiz kendimizi siyaset bilimci, ekonomist, filozof vs. olarak gördüğümüzden kitap okumayı gereksiz bir uğraş sayıyoruz.. Maalesef biz her şeyi bilen, daha doğrusu bildiğimizi zanneden insanların oluşturduğu bir toplumuz.

Gülerek ve okuyarak kalın…


Melike Melis ÖNEŞ