13 Mart 2013 Çarşamba

*****



Yemeklerini paylaştılar önce… Sonra evlerini, yataklarını…
Her yere birlikte gidiyorlar, hep birlikte geziyorlardı. Tatlı sözler, cilveleşmeler, hediyelerle başı dönüyordu.
Günden güne ona daha da alışıyor, şüphelerinden arındıkça gevşiyor, güven hissiyle tanışıyordu.
Belki de yıllarca boş yere direnmişti böyle bir ilişkiye…
Kendine boş yere ıssız kaleler inşa etmiş, onca acıyı boşa çekmişti belki de…
Kendini tanıyamıyordu:
Aşk, tırnaklarını, dişlerini sökmüştü adeta; uysallaşmış, evcilleşmişti.

* * *

Bir sabah yalnız uyandı; yanı boştu.
Bahçeyi aradı; yoktu.
Sokağa koştu; uzaklaşan arabanın egzozunu gördü.
Ufukta kaybolana dek süzdü arabayı…
“Nasılsa dönecek” diye düşündü o an… o gün… o hafta…
“Galiba gelmeyecek” diye kaygılandı o ay sonu…
“Gitmeseydi keşke” deyip durdu o mevsim…
Ve yıl sonu, “Keşke hiç gelmeseydi”ye döndü hissiyatı…
Öylesine çökmüştü.

* * *

Oysa kimseye güvenmediğinde güçlüydü; aşk, direncini kırmıştı.
Cömertçe açtığı kalp, iltihaplı bir yara olup çıkmıştı.
Sevgisizken aldanmazdı hiç olmazsa; şimdi hem sevgisiz kalmış, hem kandırılmıştı.
Tutkuyu bir kez tattığı için hep onu arar olmuş, tokluğa alışınca açlığı unutmuştu.
“Bir gün mutlaka gelecek”le “Onsuzluğa alışmalıyım” arasında gidip gelmekten bitap düşmüştü.
Yeniden it kopuk dolu sokaklara döndüğünde aşka düşmeden önceki halinden eser yoktu. Hastalanmıştı.
Nefretten korkarken, aşkla zehirlenmiş, ihanetle yaralanmıştı.
Sessizce ağladığı gecelerde “Belki de onu hiç tanımasam daha iyiydi” diye sayıkladı.

Yalnızlık belası, ayrılık acısından âlâydı.


Can Dündar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder