Pages

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Seyirlik Değil Ömürlük Olsun !!!




hiç ummazdım oldu sonbaharda
hediye gibi geldin hoşgeldin
seyirlik değil ömürlük olsun
dilerim bu defa bu son olsun
seyirlik değil ömürlük olsun
bir yastıkta nasip olsun
gel koynuma gel oyunuma gel
akşam gözlü esmer…
safa geldin son ihtimalim
bir sana kalmış halım
hoşgeldin..
seyirlik değil ömürlük olsun
dilerim bu defa bu son olsun
seyirlik değil ömürlük olsun
bir yastıkta nasip olsun
gel koynuma gel oyunuma gel
akşam gözlü esmer..





İKİZ BEBEKLER

Genç kadın, hemen yanıbaşında uyuyan bebeklerine baktı. Yatağından yavaşça sıyrıldı.Saçını düzelti. Yatağından kenarında duran terliklerini ayağına yerleştirdi. Seyyar beşikte uyuyan bebeklerini hayranlıkla izledi. Bakmaya doyamıyordu.'' Ne güzeller, melek gibiler'' dedi içinden. Eğilip öpmek üzereyken: 
''Dokunma kardeşime'' diye bir ses duydu. Onu sevmeye, dokunmaya hakkın yok seni

n''
Kadın korkuyla, etrafına bakındı. Odada bebekleri ve kendisi vardı. Birden ter boşandı bedenine. Sesi duyduğu bebeğine döndü. Kapkara gözleriyle annesine bakıyordu. Gözlerine inanamıyordu. Konuşan oydu.
''Bizlere yaklaşmanı, dokunmanı istemiyoruz.'' Bu bağrışmalardan öbür bebekte gözlerini açtı. ''Neler oluyor burada'' dedi. Genç kadını, gözlerini kırpmadan baktı. ''Sakın elini değme bize'' diye devam etti.
''Uzaklaş yanımızdan''
Kadın şaşkındı. Ne yapacağını bilemedi. İki çift göz kendini izliyordu. Bir an için kendini toparladı. ''İkiniz çok farklısınız. Size sadece sarılmak istedim. '' ''Güzelsiniz, melek gibisiniz'' İki bebek hep bir ağızdan ''Sana sarılamayacağımız, dokunamayacağımız gibi, sende bize dokunamazsın, sarılamazsın....''
Genç kadın ''Neden ?'' diye sordu. ''Neden sarılamam, neden dokunamam?''
Bebekler gözyaşlarına yanaklarından süzülürken:
''Bunun nedenini bilmen gerekir ''dediler. ''Otur bir düşün mutlaka bulursun'' dediler.
Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken, kendine geldi. Duvarları pembe boyalı lüks odanın tavanı sanki üzerine geliyordu. Narkozun etkisinden midesi kalkmıştı. Boğazı yırtılıyordu. Ağzı kurumuştu. Saçlarının dibi ıslanmıştı. Gözlerini araladığında, doktoruyla göz göze geldi. Doktor'' Sayıklıyordun'' dedi.
''Geçmiş olsun. Başarılı bir operasyon geçirdiniz..Zor oldu ama başarılı bir kürtajdı..Unutmadan.. aldırdığınız bebekler ikizdi.'' :(

melike melis öneş

28 Ağustos 2012 Salı

KURTAR BENİ ANNEM

Bir umudumuz vardı,
Birde yıkılmayan gururumuz,
Birde yalancı dostlarımız,
Anımsarmısın annem?

Geldi.... Gitti.... Ve Bitti

Ben bu Aşk masalına yanlış yerden başladım galiba, geldi, gitti ve Bitti....

Doğru KADIN Doğru ERKEK

Hayatınıza hep birileri gelir, birileri gider, kimi, acı verir, kimi mutluluk, ama hep sizden bir şeyler götürür ve gider. Doğru Kadını ve Erkeği bulmak zordur hayatta eğer bulmuşsanız da o doğruyu bırakmayın sonuna kadar mücadelenizi verin....

ELVEDA

Kalbimdeki Kırıkları bir bavula doldurdum, bilmediğim bir şehire, yalanlardan uzakta bir hayat kurmaya gidiyorum. Arkamda sana bir Not bıraktım; ''ELVEDA sana yalancı şehrin yalancı insanı''

Mutluluk Ayrıntılarda saklıdır...


          
          Her şeye Rağmen;
      Bu sabah kalktığımda hayata karşı kırgınlıklarım biranda yok olmuştu, hayata inanılmaz bağlarda bağlı hissediyordum kendimi; sanki uykumda bir peri kızı gelip sihir yapmış ve bütün kırgınlıklarımı yok etmişti; onca yaşadığım kırgınlıklardan, hayata küskünlüklerimden zerre kalmamıştı; neler oluyordu anlayamadım? İçimde aşırı derecede bir coşku ve heyecan var; sonra birden Barış Manço dinleme isteği oluştu bende ve ilk aklıma gelen şarkısı Kara sevda olmuştu. Açtım son ses, Barış manço şarkılarıyla huzuru buluyordum.  
Nasıl anlatsam bilemiyorum 
içim içime sığmıyor. 
O deli dolu, neşe dolu kişi 
ben değilim sanki. 
Dışarısı buz gibi, 
lapa lapa kar var, 
benim içim yanıyor. 
Eksi kırk derece 
soğuk suda bile yüzerim inanki.  
      
     Hayat herşeye rağmen çok güzel. Sımsıkı bağlarla bağlanıp bir daha kopmak istemiyorum hayattan. Hayata sürekli isyan eden beni istemiyorum artık. İçimdeki çocukla parklarda koşup, oynayan beni istiyorum.Tüm güçlüklerine rağmen yaşamak, nefes almak, hayatı iliklerinizde hissetmek çok güzel. Bugün bu kanıya vardım ben. 

Kara sevda kara sevda 
dedikleri daha ne olabilir ki?
Kara sevda kara sevda 
seni benden kim ayırabilir ki?
Çocukça bir aşk deyip de geçme 
sakın gülme halime
Nasıl olduğunu anlayamadım 
ama seviyorum seni delicesine  

      Peşini bırakmayacağım...Seni seviyorum hayat. 

Laf çıktı bir kere ağzımdan, peşini bırakmayacağım. Yıldıramayacaksın beni. Sen beni zorladıkça, ben seni zorlayacağım. Sen benim canımı yaktıkça, ben seni daha çok seveceğim. Sen pes ettirmeye çalışsan da yılmayıp uğraşacağım.  

Nasıl anlatsam bilemiyorum 

gözlerim kararıyor
Tepe taklak oldu dünya 
tersine sanki
Bütün aşıklar el ele kol kola 
cıvıl cıvıl geziyor 
Bense nuhun gemisinde 
tek başıma gibi inan ki  

      Son nefesimi verene kadar seni seveceğim.Biliyorum durmayacaksın. Mutluluğun en güzeli tattırırken bir yandan acıtacaksın. Aşkın en güzelini verirken tattıracaksın ayrılığı. Bazen sevindirip bazen üzeceksin. Genellikle de uğraşacaksın benimle. Ama... Beni asla yıldıramayacaksın. Durmayacağım. Her sabah uyandığımda haykıracağım. Seni seviyorum hayat... Seni seviyorum..  Hayat ne güzel şey, acıda bizim için sevinçte, sevgide, mutlulukta; hepsi hayatın birer parçası her şeye rağmen sevmek lazım hayatı; hayat güzel şey...  

        Hayattın mutluluğu ayrıntılarında saklı, mutlu olabileceğimiz öyle şeyler var ki; bunları parayla satın almak gerekmiyor hatta bazılarını parayla satın alamazsınız bile...  Birde hayatı güzelleştirmek için elimizden geleni yapmalıyız, yere çöp atmak yerine, yerde gördüğünüz bir çöpü kaldırmayı deneyin; ben mi kurtaracağım bu dünyayı demeyin... 

Melike Melis Öneş

EN DİBE VURMAK BU OLSA GEREK





EN DİBE VURMAK BU OLSA GEREK
Bazı gün gelir hayatta Kaybedecek hiç bir şeyinin kalmadığını düşünür insan.


bazen en dibe vurursun, canın çok yanar, hiç çıkamayacağını düşünürsün,


Ya da istemeden en dibe itilirsiniz, siz istemesenizde hayat böyledir,


Yeniden başlamak için çaba gösterirsiniz çabaladıkça daha da çok itilebilirsinizde en diplere, tutar dalınız varsa yükselebilirsinizde en yükseklere, hayat çok acımasızdır bir insanın şansı ters gittiyse zaten o insan itildikçe itilir en diplere insanın elinde olmaz bakmışsınız ki en diplerdesiniz.

Hayatta ya en diptesindir yada en üstte, en üstte olmak için çok güçlü olmak gerek, en dipte olmak içinde çok zayıfsındır...
ben en dibe vuruyorum her zaman, ne zaman yukarı çıkmaya çabalasam bakmışım ki en diplerdeyim, hayat çok garip kimine güç veriyor, üstte olmasını sağlıyor, kiminide battıkça batırıyor ama bana en kötü yönünü gösteriyor, hep en dibe vuruyorum tam çıkacakken...
Beni hiç bir zaman aşk acısı diplere vurmadı, hep hayat ve insanlar yaraladılar, insanlara güvenimi kaybetmeye başladım oysaki ben; insanları hep sevmiştim, her zaman güvenmiştim, tam ben bu insana güvendim derken yaraladılar bir şekilde, gerçek yüzlerini ortaya döküp beni en dibe vurdular.

Bazen kendi kendime bu dünyada iyi insan kalmadı mı? yoksa ben mi göremiyorum? diye de söylendiğim olmuyor değil, oysa ki ben hayata sıkı sıkı tutunmaya çalışan bir insandım yıllarca hep kendi yaşam mücadelemi vermeye çalıştım tek başıma desteksiz ama artık mücadele edemiyorum gücüm kalmadı bırakmadılar kırdılar bütün hevesimi
Ne zaman en diplere vurmaktan kurtulacağım, ne zaman hayat bana gülümseyecek hep umutla bekliyorum, beni ayakta tutan tek gerçek umudum kaldı, umudumda olmasa galiba yaşayamazdım umarım ki bir gün gelirde yüreğimi rahatlatan o umudumuda keybetmem.

Umutsuz insan yaşayamaz, umarım ki kimse umudunu kaybetmez, hayat her şeye rağmen umutlarımızla güzel, herkese umutlu ve mutlu bir yaşam diliyorum....

Melike Melis ÖNEŞ

03.01.2010
Ankara

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Sanal Ortamda Gerçek Dostluklar


Sanal Ortamda Gerçek Dostluklar


öyle bir giriyoruz ki birbirimizin hayatına
hiç farkına varmadan anlamadan bir anda onun hayatında oluveriyoruz.
Yazarak, izleyerek, tuşlara dokunarak, yüreğimizde hissederek konuk oluyoruz birbirimizin hayatına
Yazdıklarımızda, okuduklarımızda, paylaşımlarımızda, mesajlarımızda
yakın gördüklerimizi bir daha kaybetmemek adına özelimize alıyoruz,
Bir süreklilik getiriyor sonra bu...
Her gün her yazısını, her paylaşımını,her mesajını merakla bekliyoruz o kişinin
Bu gün ne yapmıs?
morali bozuktu bir ara
düzeldi mı acaba?
Hastaydı iyileştimi?
Sevgilisiyle sorunları vardı düzeldimi?
Annesiyle tartışmıştı ne oldu acaba?
Ve derken derken hayatımıza almıs oluyoruz o kişileri, Yakınen takibinde oluyoruz..
Ne yaptı ne etti ?
Bazen yazdıklarınıda yeterli bulmuyoruz daha derine inip sorunlarına ortak olmak istiyoruz.
Öylesine yakın hıssedıyoruz kı kendımıze..
Yazdıklarının haricinde anlamlar da yüklüyoruz yazdıkları mesajlara
Bu kız üzgün bak !
kapatmaya çalışmış ama
kapatmayı beceremediği bir mutsuzluk var yazdıklarında
Ve bişeyi anlıyoruz..
Bazı insanlar aynı biz...
O kadar bize yakın, o kadar can, o kadar candan ki; Özümüz kadar yakın buluyoruz onu..
Seviyoruz..
Üzüntülü satırlarında hüznünü,
Satırlardan taşan sevinçlerinde mutluluğunu paylasıyoruz..
Çok uzaklarda yüzünü göremedigimiz ama canımız kabul ettiğimiz dostumuz oluyor
sevgiyle yaklaştığımız..
kaybolmasını istemediğimiz canımızdan can oluyor...

Sevgiyle...
 

AŞKIN BOYUTSAL DERİNLİKLERİ




Bizde anlamlı bir bakış, gamzeli bir gülümseyiş, büyük aşkların doğmasına neden olan ufacık ayrıntılardır. Bu yazımda aşkı sorgulamak için burdayım. Aşk...

Aşk bizde genellikle “Doğu’ya özgü bir ilişki biçimi” olarak değerlendirilir. Mecnun’u çöllere salan Leyla, anaerkil toplum özelliklerini yansıtması bakımından çok önemlidir ve “Doğu”lu kadının kendine olan özgüvenini artırır. Şirin için dağları delen Ferhat hikâyesi geleneksel sözlü halk edebiyatının vazgeçilmezleri arasındadır. Hatta kutsal metinlerde bir iftiranın kurbanı olarak işlenen Yusuf... “Yusuf ile Züleyha” hikâyesinin aşk kahramanı olarak çıkar karşımıza. Oysa aşk evrensel bir duygudur. Yani köleci toplumlara veya doğu feodalizmine özgü bir “ilişki biçimi” değil, insan yüreğinin derinliklerinde uyuyan, uykuda sessiz bekleyen potansiyel bir güçtür. Yeraltında, binlerce kilometre derinlerde, madeni eriyiklerin arasında sessizce akan harlı lav ırmakları gibi sessizdir. Koşulların olgunlaşmasını bekler. Ortaya çıkacağı koşullar oluştuğunda da tıpkı bir yanardağ gibi ateş püskürtür. Aşk, bir duygu patlaması, duygu sağanağı, duygu fırtınasıdır. Yani bir duygudur aşk... sevgi duygusunun insan eli değmemiş zirveleri, içinde her an patlamaya hazır kızgın lavlarıyla sevginin buzullu zirveleridir –ki, oraya çıkmak çok zor, bazen imkansızdır. Zahmetli, çileli, meşakatli bir yoldur. Bu bakımdan sanki ilahi bir boyutu da vardır.

Fakat aşkın başka realiteleri de vardır. Aşk mesela onu yaşayan kişi nasıl algılıyorsa öyledir. Göz göze gelir, bakışır, bir anda aşık olur. Karşılıklı etkileşim, -ki içinde çoğunlukla cinsel çekicilik vardır, o kişi tarafından “aşk” olarak algılanır. Bir toplumun değerleri, kültürü, gelenekleri de biçimlendirir aşkı. O topluma ait kültürel birikimlerin bir parçası haline gelir. Şiirler yazılır, şarkılar söylenir, filmler çekilir. Sonunda öyle abuk subuk, öyle klişe, öyle şablon hikâyeler ve ilişki biçimleri çıkar ki ortaya, o ilişkiler ilkel toplumlara “aşk” diye pazarlanır.

Aşk eğer evrensel bir duyguysa, “Doğu”da da, “Batı”da da yaşanır. Yaşanmaz aslında, derinden etkilenerek hissedilir. Mesela “Romeo Julia” klasiği böyledir. Mesela Antik Yunan mitolijileri akıl almaz aşk hikâyeleriyle doludur. Öyle ki, bu işin “tanrı”ları veya “tanrıça”ları bile vardır. Mesela Aşk Tanrıçası Afrodit... Yattığı erkeklerin sayısını kendisinin bile bilemediği Eski Mısır Kraliçesi Keleopatra’nın yaşadıkları “aşk” mı bilmem, çünkü yattığı erkekleri zehirleyerek öldürdüğü de söylenir, ama Yunan mitolojilerinde adı sıklıkla geçen Medusa’nın yaşadığı gerçek anlamıyla trajik bir aşktır.

Çünkü aşklar bazen trajediye dönüşebiliyor. Onu kıskanan bir cadı, güzeller güzeli Melisa’nın saçının her telinden bir yılan çıkarıyor. Akdeniz kıyılarında rastlanan başı yılanlı Melisa kabartmaları hala turistlerin ilgisini çekmektedir.

Çağdaş Türk Edebiyatı’ndaki aşklar bence daha benzersiz oluyor. Geçenlerde bir çırpıda okuduğum Vehbi BARDAKÇI’nın “Kelebek Vadisi” adlı romanında böyle benzersiz bir aşka tanık oldum. Siyasi nedenlerle ülkesini terk etmek zorunda kalan “Doğulu” Oktay ile, Doğu’nun egzotik kültüründen etkilenen ve bu kültüre ilgi duyan Batılı Dorina’nın aşkını keyif alarak okudum. Ve orda şunu anladım. Aşk aslında çoğumuzun sandığı gibi içinde cinsel çekiciliği barındıran çoşkulu bir duygu hali değildir. Aşk, Vehbi BARDAKÇI’nın tanımlamasına göre, bir benliğin başka bir benlikte yok olmasıdır. Aşık olan insanda benlik duygusu yoktur artık. Yatan, uyuyan, yiyen, içen, gezen, konuşan kendisi değildir. Yok olup gittiği benlik vardır, kendisi yoktur. O benilkte kaybolmuştur. Aşk ortaya çıktığında, aşık olan yok olmuştur. Yok olup gittiği benliğin damarlarında akarak onun kalp atışlarıyla buluşur.

Aşk, iki benliğin tek benlikte erimesi ve yok olmasıdır. Yani aşık olan kişi kendi benliğinden vaz geçecek. Var mı böyle aşk günümüzde? Ya da sizi kendi benliğinizden vazgeçirecek biri... Dağ gibi egosuyla önünüze dikilen, bencilliği ayyuka çıkmış tüketim toplumunda böyle biri var mı gerçekten? Günümüzün aşıkları bırakın kendi benliklerinden vazgeçmeyi, aşık olduğu kişiden havuzlu bir villa, pahalı bir takı, lüks bir otomobil koparmaya çalışır. Eğer artık alabileceği bir şey yoksa aşkı hemen biter.

Yine Vehbi BARDAKÇI’nın “Özgürlük” adlı romanında Kızılırmak Erciyes’e aşık olur, fakat kavuşmaları imkansızdır. Güneş, uğunarak, ağlayıp çırpınarak, Karadeniz’e doğru akıp giden ırmağa, “eğer sen kendi benliğinden vazgeçersen, ben seni Erciye’le buluştururum” der, Kızılırmak buna razı olur. Güneş ırmağa olanca sıcaklığını gönderir, ırmak buharlaşır uçar, gökyüzünde bulut olur. Artık o ırmak değildir, kendi kimliğinden, ırmak kimliğinden, öz benliğinden vaz geçmiş ve bulut olmuştur. Bulut kar olur ve Erciyes’in başına düşer. Erciyes’in zirvesindeki buzullar, aslında Kızılırmak suyudur. Ama artık su değildir, kendi benliğinden vaz geçip buzul olmuştur. Başka bir benlikle, Erciyes’in o yüce benliğiyle bütünleşmiş, onunla bir olmuştur. Erciyes’le buzulun birbirine çok yakıştığını gören güneş, dört mevsimde hep birlikte olmalarını ve sonsuza kadar birlikte yaşamalarını ister. İşte bu nedenle yaz ve kış mevsimlerinde Erciyes’in buzulları hiç erimez. Buzullar eriyip aksa, su olup ırmağa karışacak ve tekrar eski kimliğine, eski benliğine dönecek, o zaman da aşk bitecektir. Ünlü yazarımız Vehbi BARDAKÇI’ya göre, Erciyes’in başından hiç eksik olmayan buzulların hikâyesi budur. Ben de onun yalancısıyım.

Melike Melis Öneş
22 Ekim 2009

Sevgi Irmağı




insanları öyle sever öyle değer verirsiniz ki bunca şeyin sonunda güzel bir kazık yediğiniz zaman 'keşke' demenin faydası olmadığını görürsünüz.
aslında biliyorsunuzdur bu kadar değer vermenin yanlış olduğunu ama bu sefer ki farklı diye düşünürsünüz her zaman ama ne yazık ki gün gelir 'o' da gerçek yüzünü gösterir ve siz yine başınızı duvarlara vurmaya başlarsınız.


MeLike MeLis ÖneŞ